Azmin Zaferi
İnsanların hayatında bazı dönüm noktaları olur, buna inanırım ben. İşte yakından tanık olduğum, çevremizdeki herkesi oldukça şaşırtan, babamın hayatındaki dönüm noktasından söz etmek istiyorum. Babam, kendisini sık sık şehir dışına yolladıkları için ve bazı nedenlerden dolayı ben yedi aylıkken, muhasebe müdürü olduğu fabrikadan ayrılmış.
Ailevi nedenlerden dolayı, 1969’da Ankara Hacettepe Üniversitesi, Fransız Filolojisi 3’üncü sınıftan ayrıldığı için, lise mezunu olarak bir bankanın açtığı memurluk sınavına girmiş. Kazanmış da. Ama anne babası istememiş oğullarının başka bir şehirde bankacı olmasını. Babam da bunun üzerine yaşlı anne babasını yalnız bırakmayarak bankacılıktan vazgeçmiş.
Sonrasında anneannemin bulduğu Toros Gübre Fabrikası’nda teknik görevli olarak vardiya ile işe başlamış. Hatırlıyorum da, çocukken, ben gece yatarken babacığım işe giderdi. Burada 10 yıl gibi bir süre çalıştıktan sonra zor şartlarda yıprandığı için, ayrıca sağlığını da düşünerek, annemle verdikleri karar sonucunda, tazminatını alarak bu işten ayrıldı. Daha sonra balıkları çok sevdiği için bir balıkçı dükkanında çalışmaya başladı. Babam bu işe girdikten sonra yaşamakta olduğumuz küçük kasabadan Adana’ya taşındık. Babam balıkçılardan yem almak için sabahları dörtte kalkıyor ve günde 300 km yol yapıyordu. Bir süre sonra, o sıralarda ilkokul öğretmenliğinden yeni emekli olan annem, babama: “Bu işten ayrılmanı istiyorum. Bu yaştan sonra da iş bulamazsan da ben sana bakarım” diyor. (Bu arada babamın yaşı 46)
Dükkâna gittiği son günlerin birinde, Ankara’da okuduğu yıllarda, beraber ders çalıştığı o sıralar çok samimi olduğu arkadaşı, dükkâna balık almaya geliyor ve tesadüf karşılaşıyorlar. (Babamın sözünü ettiğimiz bu arkadaşı okula devam etmiş ve profesör olmuş) Hoş beş ve anıları tazeledikten sonra arkadaşı babama: “Bu iş sana layık değil, gel üniversite sınavları gir, kazanırsın sen, gel oku” demiş.
O akşam, durumu bizlere anlattı babam bir solukta. Tüm bunları ilgiyle dinleyen annem, ben ve babaannem hem çok şaşırdık, hem de çok sevindik. Babama, sınava girmesini, denemekle hiçbir şey kaybetmeyeceğini belirttik.
Ardından da sınav için duyuru yapılmasını beklemeye koyulduk. Üç, dört gün sonra televizyon kanallarını gezerken duyduğumuz bir haber üzerine, donup kalmıştık. Yarın başvuru için son gündü, elimizde ne form vardı, ne bir şey. Ertesi gün annem, babamın mezun olduğu liseye gidip, babamın diploma örneğini alıyor ve form almaya koşuyor. Formu babama imzalatıp, başvuru süresinin bitimine beş dakika kala son anda gerekli yere teslim ediyor.
O zamanlar iki aşamalı olan üniversite sınavlarından ilkini Türkiye’de ilk 50 kişi arasına girerek kazanıyor. Ben çok şaşırıyorum. Nasıl şaşırmam ki? Okulu bırakalı 20 yıl olmuş. Hem çalışmaya zamanı yoktu, hem de nasıl bu kadar yüksek puan alabildi diye. Öğrenmem gerek. (O yıl lise 1’de olan ben iki yıl sonra aynı sınava gireceğim ya) Soruyorum babama, “başarının sırrı” ne diye. Tahmin ettiğim cevabı alıyorum.
Babamın verdiği cevap: “Başarının sırrı, çok okumakta” oluyor. Gerçekten doğru. O kadar çok okuyordu ki (hala çok okuyor) çok şaşırıyordum, çocukluğumda…
Ve ardından da başarılması zor olan ikinci sınav. Evet babam, 47 yaşında üniversite öğrencisi oluyor. Herkes çok şaşırıyor tabii ki, babamın bu yaşta öğrenci olmasına. Tanıdıklarımız, arkadaşlarım ve özellikle de babamın öğrenci kimliğini gören otobüsteki muavinler…
Annemin tek emekli maaşıyla geçiniyoruz, dört yıl, dile kolay. Annem, tanıdıklarımıza: “İki çocuk okutuyorum artık. Kız tembel de oğlan çalışkan” diye tatlı tatlı takılırdı.
Vizeler, finaller… (Bu arada söylemeden geçemeyeceğim bir şey var ki, babamın derslerine yukarıda sözünü ettiğim arkadaşı da giriyordu. Arkadaşı hocası oldu yani…) Derken üniversiteyi takıntısız, bölüm birincisi olarak bitirdi.
Diploma töreninde tek beyaz saçlı öğrenci babamdı. Başarılarını göz önünde tutarak gerekli sınavlara girdi. Halen görevini sürdürdüğü okulda öğretim görevlisi olmaya hak kazandı. Yüksek lisansını tamamladı. İnanmayacaksınız ama şu anda mastırını yapıyor.
Babam sayesinde yaşadığımız bu gurur verici olaydan çıkardığım sonuç şu oldu:
HİÇBİR ŞEY İÇİN GEÇ DEĞİL!
Kaynak: Alıntı
Yorum Yapılmamış